14 Ekim 2008 Salı

KÖRFEZ SAVAŞI 2: Hedefteki kent Bağdat

Bin bir gece masallarının doğduğu kent, şimdi bin bir gece kabusunu yaşıyor

19 MART 2003 Çarşamba, saatler 01.30’u gösterirken tüm dünya devletleri uykudaydı. Fakat uyumayan bir yer vardı ki; orası da Beyaz Saray’dı. Çünkü, ABD yönetiminin, Saddam’a oğullarıyla birlikte ülkeden ayrılması için tanıdığı 48 saatlik sürenin dolmasına 4 saat kalmıştı. Bush, Yardımcısı Dıck Cheeney, Savunma Bakanı Donald Rumsfelt, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rıce, Genel Kurmay Başkanı Rıchard Myers ve CIA Başkanı George Tenet’ın da yer aldığı “Savaş Konseyi”ni, Beyaz Saray’da olağanüstü toplantıya çağırdı. Beyaz Saray’daki bu olağanüstü toplantının sebebi ise CIA başkanının elinde tuttuğu dosyanın içinde gizliydi. CIA Başkanı’nın çok gizli mührü ile Beyaz Saray’a getirdiği dosyanın içinde Saddam ve oğullarının Bağdat’ın güneyinde bir sığınıkta olduğu bilgisi yer almaktaydı. Toplantı esnasında CIA Başkanı Tenet söz alarak “Bu fırsatı bir daha ele geçiremeyiz. Vuralım!” dedi. Bush aynen CIA başkanının da vurguladığı gibi ele geçirilen bu fırsatı kaçırmak istemedi. Kararını kurmaylarına Let’s go (gidelim) sözleriyle açıkladı. Ve Bush saat 01.30’da ilk saldırı emrinin altına imzasını attı. Saddam’a verilen sürenin dolmasından 75 dakika sonra 04.31’de ilk Tomahawk füzesi Bağdat’a düştü. Tüm dünyanın nefeslerini tutup beklediği bir anda Bush Orta Doğu’nun kaderini değiştirecek olan tarihi kararını, televizyon ekranlarında yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında açıkladı. “Koalisyon güçleri emrimle, belirlenen noktalara saldırı düzenledi.”
VE ABD’NİN HAVA HAREKETI BAŞLIYOR............
Bağdat, Şafak Harekatı adı altında düzenlenen saldırılarla Basra körfezi ve Kızıdeniz’deki gemi ve deniz altılardan atılan kırk Tomahawk füzesiyle vuruldu. Ardından ise müslüman bir ülke olan Katar’dan havalanan ve hayalet uçak adı verilen F 117’ler Irak başkentine bir ton ağırlığında bomba bıraktı. 04.25’de ses hızında hedefine doğru ilerleyen Tomahawk’lar Bağdat’ın üzerine yağmur gibi yağıp halı gibi dövmeye başladı. Füzeler saat 04.31’de Bağdat’ın güneyindeki, Türk canlı kalkanlarının da bulunduğu EL Dora Petrol Rafineri’sini vurdu. Yaşanan bu büyük patlamanın ardından bu kez B-52 Ağır bombardıman uçakları devreye girdi. Aralıksız 10 dakika boyunca kenti bombaladı. Bu aşamada ise saldırıya uğrayan Irak Ordusu, Uçaksavar bataryalarını devreye soktu. Ancak, Irak Ordusu tarafından açılan bu karşı ateş son derece cılız olduğundan yoğun bombardıman karşısında etkili olamadı. Irak uçaksavarlarının karşılık vermede etkili olamamasının altında yatan gerçek ise harekat öncesi Katar’daki ABD üslerinden kalkan, Prowler EA-6B tipi uçakların, Irak’ın bütün iletişim şebekesini ve radar sistemlerini felç etmesiydi. Prowler uçaklarından yayılan sinyaller Irak Devlet Radyosu’nun frekansını da felç etti. Amerikan ordusu sadece kara ve hava birliklerini değil, artık psikolojik savaşı da devreye sokmuştu. ABD, frekansını felç ettiği Irak Devlet Radyosu’nda başlattığı Arapça yayına “Uzun zamandır beklenen an geldi” sözleriyle başladı. Sıcak çatışma sona erinceye kadar da Arapça yayın kesilmedi. Aynı saatlerde CIA Başkanı Tenet’ın, Saddam ve Oğullarının bulunduğunu iddia ettiği sığınak koalisyon güçleri tarafından vuruldu. Saldırının ardından Saddam’ın öldüğünü iddia eden ABD ve koalisyon güçlerinin, yanıldığı çok geçmeden ortaya çıktı. Çünkü, Saddam saldırıdan 3 saat sonra Irak Devlet Televizyonuna çıkarak halkına direnme çağrısında bulunurken, ABD askerlerini de eve tabutla dönecekleri konusunda tehditler savuruyordu. Artık Irak Hükümeti’de psikolojik savaşa başlamıştı. İşte İkinci Körfez Savaşı’nı, 1991 yılındaki birinci Körfez Savaşı’ndan ayıran en önemli özellik her iki tarafında, kara ve hava birliklerinin haricinde psikolojik savaş tekniklerini de kullanmaya başlamasıydı. Koalisyon güçlerinin saldırılarına karşı, Saddam’a bağlı Irak milli muhafız ordusu, saat 11.30’da karşı saldırıya geçip, Kuveyt’e 15 füze gönderdi. Fakat Irak Ordusu tarafından gönderilen Taarruz Füzeleri, ABD’nin Birinci Körfez Savaşı sonrasında Kuveyt’e yerleştirdiği Savunma füzesi niteliğindeki Patriot Füzeleri tarafından imha edildi. Irak’ın yaptığı bu füze saldırısı ABD ordusunda kimyasal bomba paranoyasını yarattı. Bu paranoya sebebiyle ABD ordusu uzun süre gaz maskesi takmak zorunda kaldı.
VE ABD ORDUSUNUN KARA HAREKATI BAŞLIYOR.....
Irak’ın geniş çölünde, Irak milli Muhafız Ordusu ile karada karşılaşmayı göze alamayan ABD Genel kurmayı, Irak’ı hava bombardımanı ile etkisiz hale getirdikten sonra ikinci aşama olan kara harekatına başladı. ABD’nin ırak topraklarına girmesinin ardından 20 bin asker ve 2 bin araçtan oluşan, ABD 3. Mekanize Piyade Birliği, Bağdat’a doğru yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Kara harekatı esnasında ABD birlikleri, çetin çöl şartlarına karşı geceleri “Tilki İni” adını verdikleri çukurlarda yatıyorlar, uyurken yakalanabilecekleri kimyasal saldırılara karşı da koruyucu tulumlarını yanların da taşıyorlardı. Koalisyon güçleriyle Irak Milli Muhafız ordusu arasındaki karada gerçekleşen ilk çatışma, Basra Yakınlarında yaşandı. Bu çatışma esnasında, ellerindeki beyaz bayrağı kaldırma fırsatı bile bulamayan ve Koalisyon güçleri tarafından vurulan Irak milli muhafız birliği askerlerinin, dünya televizyonlarındaki görüntüleri hafızalara kazındı. Irak ordusunun 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’nda olduğu gibi kısa sürede teslim olmaya niyeti yoktu. Ancak, savaşmayı seçen komutanların bazıları, kendi topraklarında esir düşmenin utancını yaşamaktan kurtulamadı. Halk ise bir lokma ekmek ve temiz su için toplu halde teslim olma kararı almıştı. Çünkü; Irak halkı için barış, bir lokma ekmek ve bir yudum sudan ibaretti.
IRAK HALKI İŞGAL’LE TANIŞIYOR.....
ABD Hükümeti, Irak’a demokrasi götürdüğünü beyan ederken, koalisyon güçlerinin bunu yalanlarcasına Umm Kasr’a girince, Irak devlet bayrağını indirip yerine ABD bayrağına çekmesi, dünya halklarının gözünde ABD’nin güven kaybetmesine neden oldu. ABD hükümeti, birliklerine “Siz işgal gücü değilsiniz” uyarısında bulunarak, askerlerinin yaptığı bu bireysel yanlışı düzeltti. ABD askerleri bu uyarı sonrasında asmış oldukları ABD bayrağını indirip, Irak Devlet Bayrağını tekrar yerine astı. Koalisyon güçleri işgal esnasında girdikleri her şehirde karşılarına çıkan Saddam heykellerini yerle bir etti. Ancak heykellerin önünde hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedi. 21 Mart 2003 Cuma saat 19.15’de ABD’nin “Şok ve korku” operasyonu çerçevesinde İngiltere’den kalkan B-52 ağır bombardıman uçakları Bağdat’taki hedeflere yüzlerce bomba attı. Bu saldırılar esnasında Saddam’ın Dicle’deki görkemli sarayına da 10 bomba isabet etti. Iraklı bakanların ofislerinin de bulunduğu saray alev alev yanmaya başladı. Artık, Bağdat önüne geçilemeyecek büyük bir yangınla karşı karşıya idi. Saldırının hedefindeki adam Saddam’dı. Ancak bombalamalardan en çok nasibini alan ise sivil halktı. Irak halkı, ölen Iraklıların cenaze namazlarında bir araya gelerek, avuçlarını barış duaları için açtı. ABD’nin sivil halka zarar vermeyeceğini iddia ettiği “akıllı bombaları” da yaralanan çocukların, parçalanmış cesetlerin, yürek burkan görüntülerin bir kez daha ortaya çıkmasına engel olamadı. Yıkılan evler....Yıkılan hayatlar.....Bir füzenin isabet ettiği evinin enkazı altında kalan yaralı çocuğunu hastaneye yetiştirmeye çalışan bir babanın çaresizliği, savaşın acımazlığının en önemli görüntüleriydi belki de. Savaş en çok çocukları vuruyordu. BM’in savaş öncesi yaptığı bir araştırmaya göre; Irak’ta savaş sırasında ve sonrasında 79 bin çocuk ölecek 200 bin çocuk evsiz kalacak, 20 bin çocuk sakatlanacak, 1 milyon çocuk ise savaşın yol açtığı psikolojik travmayla baş başa kalacaktı. Fakat “akıllı bombaların” bu rapordan haberi yoktu. O sadece görevini yapıyordu. Yakıyor...yıkıyor... Ve öldürüyordu.
Savaş devam ederken bir İngiliz savaş uçağının Iraklılar tarafından düşürülmesi tüm dünyada tam bir şok etkisi yarattı. Irak Hükümeti’nin ise düşürülen helikopterin içerisinde yer alan pilotların kellelerini getirenlere 50 milyon Dinar ödül verileceğini açıklaması, Irak’ta dehşet veren bir insan avını başlattı. Irak halkı, tepesine yağan bombalara aldırmadan ödülü alabilme hayali ile Dicle nehrine koştu. Bu arada Irak Savaşı trajik-komik bir olaya da ev sahipliği yaptı. 72 yaşındaki bir Irak köylüsünün dededen kalma yüz yıllık tüfeği ile 20. yüzyılın teknoloji harikası olarak kabul edilen iki Apache helikopterini düşürmesi koalisyon güçlerini şaşkına çevirdi. Çevre köylerden birçok Irak’lı ise çoluğunu çocuğunu toplayarak düşen helikopterleri görmeye geldi. 72 yaşındaki Irak köylüsü bir anda 21 yüzyılın yaşayan “Donkişot’u” oluvermişti. Iraklı Donkişot’un karşısında ise yel değirmenleri değil aksine Apache helikopterleri vardı..............
IRAK DİRENİYOR VİETNAM SENDROMU DİRİLİYOR
Koalisyon güçleri Bağdat’a yaklaştıkça savaşın seyri ABD açısından ummadığı bir hal almaya başladı. ABD, Nasırıye kentinde otuza yakın kayıp verdi. Beş asker ise Irak birliklerine esir düştü. Öldürülen ve esir düşen askerlerin görüntülerinin, Irak Savaşı ile yıldızı parlayan Katar’a ait El Cezire televizyonunda yayınlanması bozgunun psikolojik şiddetini artırdı. Bu kayıplar ABD kamuoyunda ise “yeni bir Vietnam batağına saplanıyoruz?” söylentilerinin başlamasına neden oldu. Irak devlet televizyonunda “eve tabutla döneceksiniz”diye tehditler savuran Saddam ABD kamuoyuna göre haklı çıkmıştı. Müttefikler, Irak’a girdiklerinde 1991 Körfez Savaşında olduğu gibi çok kolay bir zafer elde edeceklerini düşünüyordu. Fakat koalisyon birlikleri yanıldı. Çünkü, ABD Basra ve Nasırıye hattında müthiş bir direnişle karşılaşarak ilerleyemedi ve tıkandı. Gerilla taktikleri uygulayan Irak Milli Muhafız Ordusu Amerikan birliklerinin ilerlemesini durdurarak onlara ağır kayıplar verdirmeyi başardı. Saddam’ın ordusu ABD askerini Umm Kasır’da da aynı taktikle perişan etti. Irak birliklerini aşamayan ve bulunduğu noktaya hapis olan Amerikan askerlerinin çaresizliği gözlerinden okunuyor ve çaresiz gözler El cezire Televizyonu aracılığıyla dünya halklarının evlerine kadar ulaşıyordu. Fırat’ı aşarak Bağdat’a ilerlemeyi sürdüren Amerikan birliklerin yolunu bu kez de çöldeki kum fırtınaları kesti. Hızı saatte yüz kilometreyi aşan fırtına, Amerikan helikopterlerinin uçmasını bile engelledi. Irak ordusunun direnişinden sonra ABD bu sefer de çölde kuma saplanmıştı. Fırtına Bağdat’ın ele geçirilmesi için yapılması planlanan son saldırıyı da erteledi. Askerler fırtınanın dinmesini çaresizlik içinde beklerken, Irak halkı ise fırtınayı Allah’ın yanlarında olduğunun önemli bir göstergesi olarak değerlendirdi. Saddam ise 1991 yılında kullandığı yönteme tekrar başvurdu. Amerikan birliklerinin ilerleyişini yavaşlatabilmek ve görüş alanını daraltabilmek amacıyla ülkenin güneyindeki ve kuzeyindeki petrol kuyularının tümünü ateşe verdirdi. Ancak 1991 yılındaki bu olaydan ders alan koalisyon güçleri bu kez daha temkinliydi. Müttefikler, savaşın başlamasıyla, petrol kuyularını bu tür bir saldırıdan korumak için harekete geçti. Saddam’ın bir silah olarak kullandığı petrol, savaşın ilerleyen dönemlerinde Irak’ın yeniden yapılanmasında da önemli rol oynayacaktı. ABD’nin bu savaşı Irak’a getirilmesi düşünen demokrasi için değil, aksine Irak petrollerinin kontrolünü ele geçirmek için çıkardığını iddia edenlerin sayısı hiç de az değildi. Savaş başladığında imkan sahibi olan Irak halkı ülkeyi derhal terk etti. Ülkeyi terk etme imkanı bulamayanlar ise yanlarına aldıkları birkaç parça eşya ile dağlara çıkarak mağaralara sığındı. Her savaşta olduğu gibi en büyük zararı her şey den habersiz çocuklar gördü. Kara gözlü Iraklı çocukların en büyük hayali savaşın bir an önce bitmesiydi. Onlar tüm dünyadaki akranları gibi bomba korkusu duymadan özgürce oynayabilmek istiyordu. Yer faysal Liyah köyü iki ateş arasında kalmış bir çocuk adı Hasan ...Olan bitenden habersiz aldığı yara ile oracıya yığılıp kalmış, şaşkın ve ağlamaklı bakışlarla çevreyi süzüyor. Derken bir çift kol uzanıp alıyor Hasan’ı .....ABD’li askerin kollarında babasına teslim ediliyor. Ancak birçok çocuk Hasan kadar şanslı olamadı. Çoğu bu çatışmalarda ya ailesini ya da canını kaybetti. Bağdat’a koalisyon güçleri tarafından atılan her bomba insanoğlunun uygarlaşma ve vahşetten kurtulma yolundaki uzun mücadelesini de yıkıma uğrattı. Çünkü, onların bombaları gelişmiş, uçakları maharet kazanmış ama kafaları bir milyon yedi yüz elli yıl önceki insanın atasından bile bir milim önde değildi. Bir başka insanın kafatasını kırıp, beynini sıyırarak yiyen insanoğlu, Rönesans’a, bilime, sanata, uygarlığa kavuşmak için çok mücadele verdi. Ama Bush ve Blair biraderler bir hamlede bu mesafeyi geriye doğru aşıp, korkunç mağaralarına geri döndüler. Koalisyon güçleri Irak’ı akıllı bombalarla vurdu. Müttefik güçlerin füzeleri akıllı ama kendileri için bunu söylemek pekte mümkün değildi. Irak bütün bu çatışmaların sonunda tamamen koalisyon güçlerinin kontrolüne geçti. Saddam yakalandı ve idam edildi, Irak’a demokrasi değil ama büyük bir istikrarsızlık hakim oldu. Bugün gelinen nokta ise Irak’ın her köşesinde her gün patlayan bombalar. Barış adı verilen sihirli değneğin Irak’a dokunması için uzunca bir zaman var gibi görünüyor.

Savaş insanoğlunun siyasi kibrinin yarattığı bir olgudur. Oysaki siyasi kibir barış hüküm sürerken kontrol altına alınmalıdır. Çünkü, barış bombaların yarattığı bir kavram değil, Yunanlı Şair Yannis Ritsos’un aşağıdaki mısralarında anlatıldığı kadar basit bir kavramdır. Şairin mısralarına kulak verelim;

Akşamüstü eve dönen babadır barış
........
Barış yemek kokusudur tüten
......
Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır
uyanan çocuk önünde
başaklar birbirlerine eğilip işte ışık ışık dedikleri
ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır barış
.................
Cumartesi akşamları mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş
Bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır barış
............
İnsanların sıkışan elleridir barış
Dünyanın masasındaki ekmektir
Gülümsemesidir annenin
Budur yalnızca
Başka bir şey değildir barış
Ve toprakta derin yarıklar açan sabahlar
Tek bir sözcük yazarlar
Barış..... başka bir şey değil barış

Hiç yorum yok: